Son güncellenme :24.10.2017 23:52

Anasayfa > Görmeden Gitme > Mudurnu’da Türbeler

29.03.2012 Per, 20:37

Mudurnu’da Türbeler

 

Şeyhül- ül İmran Veli Haz

Kimliği ve yaşadığı zaman hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Rivayetlere göreKarşısında bir misafir olmadan yemek yemezdi. Eğer misafirsiz kalırsa daima günlerini oruçlu geçirirdi. Bir gün böylece oruca niyet etti. Lakin akşama doğru bir misafir çıkageldi.O da iftar vaktine az kaldığı ve orucunu bozmamak için misafiri aç biilaç lafa tuttu.şeyh umran o gece rüya gördü.

 

Rüyasında ” UMRAN… çok gizli şeyler gördü.Senin bize güzel bir ibadetin vardı.Bizim de sana karşı bir adetimiz…Sen adetini değiştirdin, bizde kendimizinkini değiştirdik….” Umran,üzüntüler içinde uyandı.Bir zaman sonra Sülüs isimli köydeki malı ve mülkü üzerinde, hükümet memurları onu sığaya çektiler.Sıkıldı ve köyünden çıkıp gitti.Bir süre sonra bir başka büyük kişiye misafir oldu. Kendisinin,misafiri ne kadar çok sevdiğini bildikleri için ikramın her türlüsünü gösterdiler.Fakat Şeyh Umran durmadı,bir gün sonra yola çıkmaya karar verdi.

 

Sordular:Niçin birkaç gün daha kalmıyorsunuz? Sizi rahat ettirmek için hizmet ederdik dediler. Cevap verdi:Ben suçlandırılmış bir kimseyim.Beni nimet ve rahat içinde görüp,rızasını kabul etmezse ne yaparım? Bırakın,başımı alıp mihnetime doğru yöneleyim… Ta ki, Onun rızası ne ise tecelli etsin. Ve Umran gitti. Onu bu cevaptan sonra şehrin tepelik bir viranesinde ölü olarak buldular. Haşereler bir kulağını yemişti.

 

Mudurnu ve civarında Sülüs köyü adında bir yerin bulunduğu tespit edilememiştir. Ancak,Umran Sülüsinin halen Şeyh-ül Ümran tepesinde yatmakta olduğu bellidir. Mezar taşında bir kitabe yoktur. Son zamanlarda bir vatandaşın yeni yazı ile bir kitabe yazıp,mezarının başına koyduğu görülmektedir. 2007 yılında 37.si düzenlenen Şeyh-ül İmran geleneksel anma günü için  Türkiye’nin değişik şehirlerinden 15 bine yakın  ziyaretçi  katıldı. Geleneksel hale gelmiş olan anma günü her yıl Temmuz ayının ilk pazar günü yapılmaktadır.

 

Ziyarete gelenlere ikram olarak  Etli pilav ikramının yanı sıra son yıllarda  hayırsever bir vatandaş tarafından her yıl 1 kamyon dolusu Karpuz ikramı yapılmaktadır.

 

Organizeyi Mudurnu Belediyesi ve Şeyh-ül imran vakfı birlikte yürütmektedir. Anma gününde  Mudurnulular gönüllü olarak   gelen misafirlere hizmet ederler.

 

FİLİBELİ HACI HAFIZ TEVFİK EFENDİ (1796-1929) 

FİLİBELİ HACI TEVFİK EFENDİ M.1796 YILINDA DOĞDU.

İLK ÖĞRENİMİNİ FİLİBE’DE YAPTIKTAN SONRA İSTANBUL’A GELEREK 28 YAŞINDA İKEN FATİH MEDRESESİ’NDEN İCAZET ALARAK MEZUN OLDU.

      İLK GÖREVİNİ İSTANBUL’DA EYÜP SULTANDA ALDI.BİR SÜRE BURADA ÇALIŞTIKTAN SONRA TEKRAR DOĞUM YERİ OLAN FİLİBE’YE DÖNDÜ. FİLİBE ŞEHRİNDE 50 SENE KADAR İMAMLIK YAPTI.LAKİN SAVAŞ ÇIKINCA TEKRAR İSTANBUL’A DÖNDÜ VE GÖREV İSTEDİ.


ZAMANIN ŞEYHÜLİSLAM’I TARAFINDAN BİR GÖREVE TAYİN EDİLECEĞİ SIRADA MUDURNULU HACI TEVFİK EFENDİ (HAKKI EFENDİLERDEN SABRİ KARAÇAYIRIN BABASI ) ŞEYHÜLİSLAMA BAŞVURUP RİCA İLE FİLİBELİ HACI TEVFİK EFENDİYİ MUDURNU YA GETİRDİ.

FİLİBELİ HACI DİYE ANILAN HACI TEVFİK EFENDİ,MUDURNU YILDIRIM BEYAZIT CAMİİNDE 50 YIL İMAMLIK YAPTI.AYNI ZAMANDA MEDRESE VE CAMİDE KURSLAR HALİNDE DERSLER VEREN FİLİBELİ HOCANIN ÇEVRE İLÇELERDEN ÇOK SAYIDA ÖĞRENCİSİ VARDI.FİLİBELİ HACI TEVFİK EFENDİ NAKŞİBENDİ TARİKATI’NA BAĞLIYDI.

        HAYATININ 85 SENESİNİ NAMAZ KILDIRMAK VE KURA’N OKUMAKLA GEÇİREN FİLİBELİ HOCANIN KERAMET SAHİBİ OLDUĞU, FİLİBE’DE İKEN MEZALİMİ GÖRÜP YAŞADIĞI,BELKİ BUNUNDA ETKİSİYLE MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KUVAY-İ MİLLİYE’YE DESTEK VERDİĞİ SÖYLENİR

      .133 YAŞINDA İKEN 26.2.1929 TARİHİNDE VEFAT ETTİ.SAĞLIĞINDA İKEN KENDİSİ GİBİ ULEMA EHLİNDEN OLAN VE MUDURNU’NUN EN YÜKSEK BİR TEPESİNDE YATMAKTA OLAN ŞEYH-ÜL İMRAN ‘IN YANINA GÖMÜLMEYİ VASİYET ETTİĞİNDEN BUGÜN “ŞEYH-ÜL ÜMRAN TEPESİ DİYE ANILMAKTA OLAN YERE GÖMÜLDÜ. 

 

    MUDURNU’LU ŞEYH FAHREDDİN (FAHREDDİN-İ RUMİ)(?-1460)

 

Zeyniye tarikatı mensuplarından olup,adı “zeynüddin ebubekir ibn-i Muhammet safi’dir. İstanbul Köprülü kütüphanesinde bulunan Bursa’lı Rumi efendinin “Osmanlı müelliflerinden Fahreddin-i Rumi” adlı kitabında asıl adının Yahya Fakih olduğu,maslah olarak Fahreddin’i kullandığı ,Mudurnu’ya yerleşince Anadolu’ya “diyar-ı Rum” denildiği için Fahreddin-i Rumi imzasını kullandığı kaydedilmektedir. Sultan birinci Beyazıt devri ulema ve şeyhlerindendir.

     Horasan’ın rey şehrinde doğmuş,tahsilini orada ikmal ettikten sonra Konya’ya gelmiş ,oradan Edirne’ye sonra Konya’ya gelmiş,oradan Edirne’ye giderek “Müştemil-ül Ahkam” adını verdiği kitabını yazmıştır. İbadetini sürdürmek ve öğrenci yetiştirmek için o zaman ileri bir eğitim ve kültür merkezi olan Mudurnu’ya yerleşmiştir. Günlerini hem bilimsel çalışmalar yaparak,hem de ibadetle geçirirdi. Para karşılığında ibadet edenlerin arkasında namaz kılmazdı.

      Gece ve gündüz okunacak duaları toplayıp gerekli gördüğü ek ve güzel açıklamalarla bunlardan bir eser meydana getirdi. Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUN ÇARŞILI “ÇANDARLI Vezir ailesi”adlı eserinde: ” Osmanlıların beylik döneminde Mudurnulu Şeyh Fahreddin’in kadiri tarikatı ulularından olduğundan bahsetmekle :rivayete göre, Orhan Gazi’nin Şeyh Fahreddin’i ziyarete gittiğini ve şeyhe vezir olmasını teklif ettiğini, şeyhin ise vezirliği kabul etmeyerek. Müritlerinden Mevlana Hayreddin’i tavsiye ettiğini bu suretle Kara Halil’in vezir olduğunu ” yazmaktadır. Fahreddin-i Rumi, M.1460 yılında Mudurnu2da vefat etmiştir. Mezarı, bugün Kanuni Sultan Süleyman Camii bahçesinde bulunmaktadır.

 

ABDÜRRAHİM TIRSİ(?-?)

Anadolu evliyalarındandır. İznik yakınlarında Tirse köyünde doğdu. Babası Beyazıt Fakih, köyde imamlık yapıyordu. Doğum tarihi belli değildir. Küçük yaşta babası ile İznik’e giderek büyük veli Eşref oğlu Rumi’nin sohbetlerine katıldı. Eşref oğlu Rumi’nin “Bu çocuğu bize verin,talim ve terbiyesi ile meşgul olalım” buyurması üzerine babasının rızası ile onun yanında kalarak yetişti. Bir süre sonra Eşref oğlu Rumi’nin kızı Züleyha Hatun ile evlendi. Abdurrahim tırsi, çok ibadet eden,nefsinin arzularını
Yerine getirmeyen,haramlardan kaçan bir zattı.Talebeliğinde,Hızır Aleyhisselam ile görüşme ve sohbetiyle müşerref olmayı çok istiyordu.Bir gün hocası onu pazara elma almaya gönderdi. Pazardan dönerken yolda bir zat ile karşılaştı. O zat:” sepetini aç, neyin olduğunu göreyim “dedi. Abdurrahim tırsi , sepeti açınca o zat içinden bir elma alıp yoluna devam etti.Abdurrahim Tırsi de hocasının huzuruna gidip sepeti önüne koydu. Eşref oğlu rumi ,sepete bakınca”Abdurrahim,bu elmalardan biri eksik” dedi.

Hocası:”o zatın eteğine niçin yapışmadın?” diye sordu. O da :” O zatın kim olduğunu bilmiyordum” deyince, hocası:” Ya Abdurrahim, Hızır’ı görsem deyip dururdun, fakat bilsem demezdin. O zat Hızır idi. Gördün, fakat bilemedin” dedi. Bunun üzerine Abdurrahim Tırsi: “Ah görsem ve bilsem”diye Eşrefoğlu Rumi’den ricada bulundu. Hocası:” Ey Abdurrahim. Bu gece yaylak denen yere git.”buyurdu Abdurrahim Tırsi, gece olup yaylağa gittiğinde,gündüz sepetinden elma alan zatın orada olduğunu gördü.

    Hak tealaya çok hamd ve senadan sonra Hızır Aleyhisselam da: “ya Abdurrahim , hizmetinde olduğun zatın kadrini ve kıymetini bil. Ondan hayır dua iste” buyurup gözden kayboldu. Bundan sonra hocasının hizmetlerine daha çok gayret ve şevkle koştu ve itina gösterdi. Hocasının vefatından sonra yerine geçip talebe yetiştirmek, insanlara islamiyeti öğretmek için çalıştı. Abdurrahim Tırsi,1520 yılı şubat ayında iznikte vefat etti,hocasının yanına defnedildi.

 Her ne kadar Evliyalar ansiklopedisi Cilt:2’de yukarıdaki bilgiler varsada Mudurnu’da Büyükcami Mahallesindeki bir evin bahçesinde bulunan kabrin kitabesi aşağıdaki şekildedir. Bu da Abdurrahim Tırsi hazretlerinin kabrinin Mudurnu’da olduğunu göstermektedir. Tarihin kim bilmez evvelinden deyu keşfeyledi irfan. İrer maksuduna elbet ziyaret eyleyen ihvan görünce kabri. Kutbül arifin tarika-i Kadriye’den Abdurrahim Tırsi hazretlerinin. Merkadi şerifidir. 
EL HALVET-İ ÜSKÜDARİ ŞEYH MEHMET TALUİ EFENDİ (1689-1757)
Mudurnu da doğdu.Büyük bir besteci olarak tanınır.İstanbul da Halveti şeyhi Nasuhi Efendi ve oğlu Ali efendi;nin yanında çalıştı. 1742de Halveti tekkesine şeyh oldu. Tasavvufçu olarak ün kazandı. Ömrünün son yıllarında yeniden Mudurnu ya döndü ve Mudurnu da vefat etti. Mezarı ve merkadi,Mudurnudaki Sultan Süleyman Camii (Yeni cami) bahçesindeki türbe içindedir.

 

DÂVÛD-İ HALVETΠ(Davut-i Mudurnu)

 Osmanlılar zamânında Mudurnu’da yetişen evliyâdan. Ali Bey adında bir zâtın oğlu olup, “Uzun Dâvûd” ve “Dâvûd-i Mudurnî” diye tanınırdı. Doğum târihi belli değildir. 

Halvetî şeyhlerinden Seyyid Yahyâ-i Şirvânî’nin yüksek talebelerinden Şeyh Habîb’in sohbetlerine devâm edip, tasavvufun yüksek mârifetlerine kavuştu. Meczûb bir zât idi. Allahü teâlânın sevgisinden kendinden geçmiş haldeydi.

İsfendiyâroğlu Kızıl Ahmed adında bir zât, Şeyh Dâvûd’a bir mektup yazarak, tasavvuf talebeleri arasında pek mâlum, başkalarına ise mestûr (gizli) olan “Devâir-i hamse”den bahseden bir eser yazmasını ricâ etmişti. Şeyh Dâvûd da, onun ricâsını kabûl edip, devâir-i sülûktan yedi dâireyi açıklayan Gülşen-i Tevhîd adında bir kitap yazıp gönderdi. Bu eser, Arabca ve Türkçe şiirlerle, tasavvufta cezbe, Allahü teâlânın, sevdiği bir kulu kendisine çekmesi ve sülûk, Allahü teâlânın sevgisine uğraşarak kavuşma hâllerini anlatmaktadır. Tasavvuf ehli arasında çok okunmuş ve uyulmuştur. Tasavvuftaki yüksek hakîkatleri anlatan kıymetli bir eserdir. Ayrıca halîfelerinden “Kâşifî” mahlaslı bir şâirin, Şihristânî’nin Milel ve Nihâl kitabı tarzında, Tehzîb-ül-Akâid ve Müfîdet-ül-Fevâid isminde bir eseri de mevcuttur. Dâvûd-i Halvetî, 1507 (H. 913) senesinde Mudurnu’da vefât etti.

    Dâvûd-i Halvetî hazretlerinin dostlarından biri şöyle anlatır: “Bâzı arkadaşlarımla Karaman diyârına seyahate çıkmıştık. Yolumuz susuz bir bozkıra uğradı. Susuzluk ve sıcak hava hâlimi perişân etmiş, helâk ola yazmıştım. Bu hâlde iken, karşıdan bir kalabalık topluluk göründü. Onlarda su bulabilirim ümidi ile sevinmiştim. Yakınımıza geldiklerinde gördüm ki, meczup bir derviş, zikrederek, Allah, Allah diyerek yürüyordu ve elinde su dolu bir ibrik taşıyordu. Bana doğru bakınca, elindeki ibriği havaya fırlattı. Havadan yere düştüğünde, o ânda harâretim geçiverdi. Bu zâtın kim olduğunu araştırınca, kâfilenin reisinin Şeyh Dâvûd ve meczûbun da, talebelerinden Şeyh Süleymân adında bir kimse olduğunu anladım. Hemen Şeyh’e koştum. Onun bu açık kerâmetini görünce, büyüklüğünü anlayıp ona talebe oldum.” 

DİLİ ÇÖZÜLDÜ

Şakâyik-i Nu’mâniyye kitabının sâhibi şöyle anlatır: Doğduğum andan bulûğ yaşına girinceye kadar dilim çözülüp konuşamamıştım. Bir gün babam beni alıp, Şeyh Dâvûd’a götürdü ve benim bu hastalıktan bir an önce kurtulmam için duâ etmesini ricâ etti. Tâhâ sûresi 25-28’nci âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Ey Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz. Böylece sözümü iyi anlasınlar!” buyrulduğu gibi duâ etti. Kendi mübârek ağızlarından, benim ağzıma bir şeyler okudu. Dilim hemen çözüldü. Evimize döndüğümde annemi görünce; “Anacığım, artık ben konuşuyorum.” diye seslendim.” 

Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi
Şakâyik-ı Nu’mâniyye
Sicilli Osmânî
Tâc-üt-Tevârih
Osmanlı Müellifleri
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi
_________________
kim,ki nefsini bilir, rabbinide bilir…

…………………………………………………………………………………………………………….

 

Nasûhî Üsküdârî Hz.
    On bir sene müddetle Mudurnu’da kalan Muhammed Nasûhî Efendi, birçok talebe yetiştirdi. Hocasının emri üzerine İstanbul Üsküdar’a döndü. Üsküdar’da bulunduğu sırada iki sene müddetle Doğancılar meydanına yakın Çakırcı Hasan Paşa ve Süleyman Paşa camilerinde halka vaaz ve nasihat ederek onlara Allah–u Teala’nın ve Resûlü’nün rızasına kavuşturan yolun esaslarını anlattı. Pek çok kimse vaaz ve sohbetleri sebebiyle hidayete erdi.

Hocası Ali Atvel Hazretleri de bu sıralarda Üsküdar’da Vâlide–i Atik dergahında kalıyor, insanlara İslamiyet’in emir ve yasaklarını anlatıyordu. Bir gün Muhammed Nasûhî Efendi, hocası Ali Atvel Hazretleriyle beraber geziyorlardı. Doğancılar Meydanında şimdiki Nasûhî dergahının bulunduğu yere geldiklerinde, Ali Atvel Hazretleri; “Oğlum inşâallah bu yer senin sebebinle mamûr hale gelir. Kıyamet gününe kadar da Muhammed Nasûhî Dergahı diye anılır” buyurdu.

Muhammed Nasûhî Efendi 1688 (H.1099) senesinde Üsküdar Doğancılarda kendisi için bir dergâh inşâ ettirmeye başladı. Bu dergâhı yaptırırken Yeniçeri ağası Hasan Paşa ona her türlü maddi ve manevi desteği sağlıyordu. Fakat bu sırada Hasan Paşa’nın Van Muhafızlığına tayin edilmesi, destekten mahrum kalmasına sebep oldu, beş kese altın borç alarak dergâhın inşâsını tamamladı. Bu borç sebebi ile bir müddet sıkıntı çektiyse de sonra kurtuldu.

Bu sıralarda daha önceden fethedilen Sakız Adasını Venedikliler yeniden istilâ etmişler, oradaki Müslüman halka eziyet ve işkencelerde bulunmuşlardı. Bunlara karşı Hüseyin Paşa komutasında bir donanma gönderildi. Bu donanma Sakız’ı almak üzere savaşa girdi. Osmanlı yiğitleri Sakız’da çarpıştıkları bir sırada, Nasûhî Efendi, Üsküdar’daki dergahında kırk gün süren bir halvete çekildi. Kimsenin olmadığı bir odada Allah–u Teala’yı zikreder, oruç tutar, namaz kılar, Kur’an–ı Kerim okuyarak ibadet ederdi. Bir gün yakın dostlarına; “Elhamdülillah Sakız Adası Ehl–i İslâma nasip oldu” buyurdu. Yakın dostları bugünün tarihini bir yere kaydettiler. Birkaç gün sonra fetih haberi duyuldu.

 

SAMSA ÇAVUŞ KİMDİR?

Samsa Çavuş,M:1230 yıllarında,Osman Gazinin babası Ertuğrul Gazi ile beraber yanlarında Akçakoca,Konur Alp,Aykut Alp,Hasan Alp,Samsa Çavuş un kardeşi Sülemiş,Abdurrahman Alp,Akbaş ve Karamürsel olduğu halde Kayı Aşireti ile beraber Anadolu’ya gelmiştir.

Osmanlı devletinde ilk Çavuş unvanını taşıyan Gazi Samsa ömrünü,Sakarya boyunu tutmakla geçirmiş ve nehrin şimaline atladığı zaman da ismini ondan alan Mudurnu’nun Çavuş deresi köyünde yerleşmiştir.

Yerleştiği bir yerin insanlarını,adetlerini ve yöreyi çok iyi tanıyan Samsa Çavuş un burada 50 sene kadar yaşadığı söylenmektedir.Esasen,Osmanlılar adına Bizans hududunu ve Bizanslılar için çok önemli bir merkez olan İznik’i gözetlemekle görevli bulunan Samsa Çavuş,yerli Rumlarla samimiyetini arttırmış,onlara telkin ettiği itimat sebebiyle hem askeri,hem siyasi vazife görerek faydalı olmuştur.

Aşık Paşa Zade,Tarih kitabında,Taraklı ve Göynük akınlarından bahsederken “……Samsa Çavuş dahi ol vilayete yakın yerde olur.Ana dahi haber idelüm ki bir fırsat olduğu gibi bize bildire ve aralarında bir müteayyince kafir vardı anı okudular,geldi.Osman Gazi ile ahd-ü peyman ittiler.Samsa Çavuş her neyse anı kabul ettiler.Sual:Samsa Çavuş ne kişidir? Cevap:Bir kişidir  kim anın dahi hayli cemaatı vardır.Ve hem yoldaşlığa yarar bir kardeşi vardı (Sülemiş) dirlerdi ol vakit kim Ertuğrul Gazi Söğüte geldi.Bunlar dahi anınla bile gelmişlerdi.Ol tarafta durmadılar,İnegöl kafirleri müdara idip otururlardı ve ol sebepten Osman Gazi ol vilayeti bunlara ısmarladı”demektedir.

Samsa Çavuş yüz yaşının çok üzerinde hayata gözlerini yummuştur.Kabri Çavuşderesi köyü yakınındaki Hacımusalar Köyünde ilkokulun arkasındadır.Son yıllarda hayırsever bir vatandaş tarafından  bir türbe yaptırıp,kitabesi yoktur.

 

MUSLİHÜDDİN KASTALANİ

Molla Muslihüddin Mustafa Kastalani Kastelli’de doğmuştur.Osmanlı imparatorluğu yönetiminde kazaskerliğe kadar yükselen bu alim ve fazıl zat,Hoca Zade ile Hayali Çelebi Bursa Sultanisinde Hızır Bey Çelebinin muridleri iken danişment oldu.Sonra Mudurnu kasabasında müderrislik edip,oradan Dimetoka Medresesine geçti.Fatih Sultan Mehmet Han Sahn Medreselerini yaptırdığı sırada bunlardan birisinin müderrisliğini Molla Mustafa Kastalani’ye verdi.Daha sonra Molla Kastalani Bilad-i Selase Kadılığına getirildi.Saltanatının son yıllarında kazasker oldu.

Molla Kastalani uzun boylu,zayıf yapılı,sarı benizli,sakallı ve yeşil gözlü idi.İstanbul’da bir cami yaptırmıştır.Miladın 1495-1496 yıllarında ölerek,Hazreti Ebu Eyyub-i Ensari Türbesi çevresinde toprağa verildi.

MEHMET BİN MUSTAFA EFENDİ

Mudurnulu Sükuti Mehmet Efendinin ölümünden sonra 1136 senesinde,Sükuti Mehmet Efendinin (Kaside-i Bür) esine (Vürdet Ül Melih Fi Şerhi Bürdet İl Medih) adı ile bir şerh yazan Mehmet Bin Mustafa Efendi de Mudurnuludur ve Mudurnu’da yetişen büyük alimlerden biridir.Mezarı Bursa’dadır.

 

SÜKUTİ MEHMET EFENDİ

Mudurnulu Mehmet adında bir zatın oğludur.Alim,şair bir zat olup Halveti Tarikatına mensup idi.Genç yaşında Bursa’ya giderek tahsilini ikmal ettikten sonra Niyaz-i Mısri Hazretlerinin öğrencisi olmuş ve manevi irfanından istifade etmiştir.

Niyazi-i Mısri Hazretleri tarafından Gelibolu’ya müftü olarak gönderilmiştir.Kitaplarından meşhur Kaside-i Dürre’ye GURRE namı ile Arapça bir naziresi ile Mevlana (Kaya’ıd-i Alliye) adı ile yazdığı bir Faysalname vardır.

Gelibolu Müftüsü iken bir ziyaret için gittiği Bursa’da vefat etmiştir.Bursa Deveciler Mezarlığına defnedilmiştir.

 

ŞABAN-I NAKŞİBENDİ

Şaban-ı Nakşibendi ise,Nakşibendi Tarikatı Şeyh ve ulemasından olup Mudurnu’ludur.Şaban-ı Veli Hazretlerinden Halveti,İstanbul’da Hakim Çelebiden de Nakşibendi oldu.

Hoca Ataullah Efendinin daveti ile İstanbul’a giderek Darphane batısında,Çavuş Tekyesinde ve bilahare Zaviyesinde Emir-i Buhari’nin Şeyhi oldu.Bu zaviyede içine dönük ve yalnız bir hayat sürdürdü.

El yazması ve Arapça (Kaza ve Kader) adında,Türkçe olarak ta (Meratib-i Sülük ve Keşf) adında kitapları vardır.

Şaban-ı Nakşibendi 14 Kasım 1594’te İstanbul’da vefat etmiş.Şeyh Vefa Hazretlerinin Türbesi yanına defnedilmiştir.Padişah 3.Murat birçok kereler tekyesini ziyaret etmiştir.

 

OSMAN-I NAKŞİBENDİ

Osman-ı Nakşibendi de Mudurnu’da doğdu.İlim ve irfan bakımından bir seviyeye gelince bilgisini daha da ilerletmek isteği ile Bursa’ya giderken (Münzevi Abdullah Efendi) Hazretlerinden ders alarak hizmetinde bulundu.

Münzevi Abdullah Efendi meşhur Telli Tekyenin kurucusu ve şeyhidir.

Osmanlı Nakşibendi,Bursa Camii Kebiri kütüphanesinin kurucusu olarak ta tanınır.Osman-ı Nakşibendi daha sonraları Eskişehir e geldi.Hicri 1200-M.1795 yılında Eskişehir’de vefat etti ve orada defnolundu.

Kava’id üt-tefsir,Meslek üs-Salikin,Risale-i Nakşibendiye adlarında yazılmış eserleri vardır.

 

EĞRİ ABDİ ZADE MEHMET BEY (Çelebi)

Kanuni devri ilim adamlarından (Eğri Abdi)namıyla maruf Mehmet Bey,M.1514 senesinde Mudurnu’da doğdu.Abdullah Efendinin oğludur.Eğri Zade Mehmet Bey (Müderris Abdi) adıyla da anılır.İlk öğrenimini babası Abdullah Efendiden gören Eğri Zade,1536-1537 tarihinde Divan Katipliği ile devlet hizmetine girmiş,1552 tarihinde Reis-ül Küttab (Hariciye Nazırı) olmuş ve ondan sonra Şıkk-ı Sanı Defterdarlığına kadar muhtelif maliye hizmetlerinde (Maliye Bakanı Vekili) bulunmuştur.

Kalem gibi doğru olmakla şöhret bulan Mehmet Bey’in bu ilk nişancılığından sonraki defterdarlığı da 3 sene 8 ay sürmüştür.

Muhtelif maliye hizmetlerinde ve nihayet Şıkk-ı Sani Defterdarlığında bulunan Eğri zade Mehmet Bey’in,ehliyet ve iktidarı kadar doğruluğu ile de tanınmışbir ilim adamı ve idarecileridir.

Kendisini,Vezir-i Azam Kehle-i İkbal Rüstem Paşa himaye ettiği için,Nev’i Zade Atayi’nin (Şakaayık) zeyline göre Kehle’nin ölümü üzerine Halefi Semiz Ali Paşa ile geçinemeyeceğini anladığı için istifa etmiştir.

Eğri Abdi Zade Mehmet Bey’in ikinci nişancılığında iştirak ettiği Zigetvar Seferinde eceli ile öldüğü rivayet edilir.Meşhur Müverrih Selaniki Mustafa Efendinin kaydettiğine göre,Eğri Zade Mehmet Bey,zigetvar’ın iki mil mesafesinde Osmanlıların Peçuy dedikleri”Pecs/fünfkircen” kasabasında Zahir marazından vefat etmiştir.Mehmet Bey’in ölümü Kanuni Sultan Süleyman’ın öldüğü gecenin ertesi günüdür.(7 Eylül 1566)

 

MÜŞİR NAFİZ PAŞA

Müşir Nafiz Paşa ise Mudurnulu Seba-i Zade Ahmet Ağanın oğludur.İlk tahsilini Mudurnu’da gördükten sonra M.1252 senesinde İstanbul’a giderek Mekteb-i Harbiye’ye gitmiş ve okuldan Süvari Subayı olarak çıkarak,5.orduda göreve başlamıştır.

1270 senesinde,Kars savaşlarında gösterdiği kahramanlık ve kabiliyet sebebiyle terfi ederek binbaşı ve yarbay olmuştur.

Sulh’dan sonra,tekrar 5.orduya tayin ve sonradan İstanbul’da Kazak Alayına albay olmuş ve daha sonra da Harbiye Kazak Alayı Komutanlığına getirilmiştir.

1291 senesinde general olarak,Şehr-i Zur Mutasarrıfı tayin edilmiş,oradan da 6.Ordu komutanı olmuş ve 1293 yılı sonlarında da Padişaha yaver olmuştur.

İki sene bu hizmette bulunup,1295 senesinde Mareşal rütbesi ile 4.Ordu Komutanlığına getirilmiştir.1304 senesinde Muhakemat Dairesi Reisliğine getirilen Müşir Nafiz Paşa,1312 yılında vefat etmiş ve Fatih Türbesi bahçesine defnedilmiştir.

 

MÜDERRİS HACI MEHMET EFENDİ

Müderris Hacı Mehmet Efendi Mudurnulu olup,alim bir zattır.Resmi Zade denilince kimliği daha iyi anlaşılır.Mudurnu’da ilk tahsilini yaptıktan sonra,daha ileri derecede bir ilme sahip olmak üzere,İstanbul’a gitmiş ve öğrenimini bitirdikten sonra da müderris olmuştur.Şairliği de vardır.

Bağdat’a önemli bir görev ile gönderilip,geri döndükten sonra Edirne’de müderris iken M.1108 senesinde vefat etmiştir.

 

ŞEYH-ÜL ABDÜLGAFFAR EFENDİ

Şeyh-ül Abdülgaffar Efendi Kanuni Sultan Süleyman devri Şeyhlerinden olup,alim,şair ve edip bir zattır.Mudurnuludur.

Pek genç yaşında,babası (Şeyh Muhammed Şah) vefat edince,tahsil yapmak üzere İstanbul’a daha sonra da Edirne’ye giderek tahsiline devam etmişse de,gençliğinin verdiği heyecan ile önceleri bir takım aşırılıklarda ve taşkınlıklarda bulunmuştur.

Fakat,bir gece rüyasında babası tarafından adam akıllı dövülmüş,nasihat edilmiş,yediği dayağın acısı ile uyanınca,hemen tövbe ve istiğfar ederek zamanın meşhur şeyhlerinden Şeyh-i Ramazan Efendiye mürid olup,züht ve takva’da çok büyük derecelerde yükselmiştir.

Görün Şeyhinden irşad ve icazet aldıktan sonra,doğum yeri olan Mudurnu’ya gelmiş ve gerek medrese ve gerekse camilerde ilim,ibadet ve ahlak üzerine vaazlar vermiştir.

M.1527 senesinde vefat eden Şeyh-ül Abdülgaffar’ın Arapça,Farsça ve Türkçe şiir şeklinde ve nesir olarak eserleri vardır.

 

ZAFİ MEHMET EFENDİ

Zafi Mehmet Efendi Mudurnu’da doğmuş ve tahsil etmiştir.Zamanının çok ünlü hattatlarındandır.18.yy da yaşamıştır.El yazması ve Kur’an-ı Kerimi ile ünlüdür.Nesih ustalarındandır.

 

DAMAT MEHMET EFENDİ

Damat Mehmet Efendi alim ve fazilet sahibi bir zat olup,Mudurnuludur.İlk tahsilini Mudurnu’da aldıktan sonra,daha da ilerletmek için İstanbul’a gitmiş ve oradan uzun bir öğrenim gördükten sonra müderris(profesör) olmuş ve padişahın daima sohbet ettiği kadınlardan Raziyye Hatun ile evlenmiştir.Damat unvanı da buradan gelmektedir.

Önce Galata,daha sonra da Bursa ve M.1003 senesinde de İstanbul Kadısı olmuştur.5 ay İstanbul kadılığında bulunduktan sonra Anadolu Kazaskerliğinde getirilmiş,(M.1004) yılında Mısır Kadısı olmuş ve iki ay sonrada Rumeli Kazaskerliği rütbesini almıştır.

M.1004 tarihinden M.1007 tarihine kadar,müteaddit defalar azil ve iki defa Anadolu,üç defa Rumeli Kazaskerliği yapmıştır.

Hayatı işten atılma ve tayinlerle geçen Damat Mehmet Efendi,M.1020 senesinde vefat etmiştir.

 

HACI EMİN AĞA

Hacı Emin Ağa aslen Seben ilçesinin Güneyce Köyünden olup,Mudurnu’ya gelip yerleşmiştir.(O zaman Seben Mudurnu’ya bağlı idi) Zalim ve mütegallibeden bir zat idi.Kış aylarında Mudurnu ilçe merkezinde oturur,yazları da Pelitözü Köyüne giderdi. Mudurnu’daki muhteşem konağını,o zaman Yayadere Köyü diye anılan,bugünkü Yaylacılar Köyünden Purtul Usta yapmıştır.

Hacı Emin Ağa cebir ve şiddet ile birçok kimsenin arazisini elde etmiş ise de ölümünden sonra hepsi de asıl sahiplerinin eline geri geçmiştir.Mudurnu’da bir cami yaptırmışsa da,cami sağlığında,yıkılıp harap olmuştur.Birçok günahsız kişinin boynuna zincir takıp,bu zinciri mandalara çektirerek,başlarını ortası delik bir değirmen taşından geçirip,kopardığı söylenmektedir.Daha sonra tövbekar olmuş ve tarikata da girip hacca gitmiştir.

YORUMLAR

Toplam 0 yorum bulunmaktadır.